GELİR DAĞILIMI EROZYONUNUN ETKİLERİ VE GELECEK ÖNGÖRÜLERİ
Prof. Dr. Y. Koray DUMAN – Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F./ İktisat Bölümü Öğretim Üyesi
GİRİŞ VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Gelir dağılımı erozyonu, 21. yüzyılda yalnızca sosyoekonomik dengeleri değil, toplumsal uyumu, demokratik değerleri ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi de tehdit eden derin ve karmaşık bir kriz alanı. Son kırk yılda teknolojik değişim, finansal küreselleşme, iklim krizi ve pandemi eşitsizliğin tarihsel seyrini radikal biçimde dönüştürdü. Mevcut sistemleri hem makro hem mikro ölçekte yeniden tanımladı. Bu gerçek özellikle iş dünyası için öncü bir paradigma değişimini zorunlu kılıyor. Küresel refahın sürdürülebilirliği ve toplumsal barış için şirketlerin klasik kâr maksimizasyonunun ötesine geçen çok aktörlü ve etik bir pozisyon almasını gerektiriyor. Bu kapsamda makale, 200’ü aşkın bilimsel kaynak, veri raporu ve teorik eser ışığında, gelir dağılımı bozulmasının güncel etkilerini ve geleceğe yönelik öngörüleri özellikle iş dünyasının rolüyle birlikte tartışıyor.
GELİR DAĞILIMI EROZYONUNUN NEDENLERİ VE ÇOK KATMANLI ETKİLERİ
Gelir eşitsizliğinin günümüzde derinleşmesinin ardında üç temel dinamik yatıyor: Dijitalleşme ve otomasyon, uluslararası sermayenin ve finansal varlıkların serbest dolaşımı, çevresel ve demografik kırılganlıklar. Dijital ekonomi, yüksek vasıf ve teknoloji erişimi olan kesimlerde fırsat farkı yaratırken, gig-ekonomisi, platform çalışmaları ve yapay zeka uygulamaları düşük nitelikli iş gücünün gelir ve istihdam güvencelerini zayıflatıyor. Uluslararası sermaye akımlarının kontrolsüzleşmesi, vergi optimizasyonu stratejileri ve kâr transferleri, devletlerin sosyal politikalar için yaratabileceği kaynağı azaltarak toplumsal adalet mekanizmalarını erozyona uğratıyor. Bunlara ek olarak iklim değişikliği, bölgesel kuraklıklar, afetler ve çevresel daralmalar yoksul toplumlarda ve dezavantajlı gruplarda kalıcı gelir kayıplarına yol açıyor.
Makro veriler, 1980 sonrası dönemde gini katsayısı ve üst gelir dilimlerinin servet konsantrasyonunun hızla arttığını, orta sınıfın ise birçok ülkede eridiğini ortaya koyuyor. OECD, Dünya Bankası, UNDP ve IMF’nin karşılaştırmalı raporları, sosyal hareketliliğin durduğu, genç işsizliğinin ve kadın istihdam uçurumunun büyüdüğü, toplumsal güven ve refah göstergelerinin ise zayıfladığı bir tablo çiziyor. Akademik literatürde Piketty, Stiglitz, Milanovic, Goldin-Katz gibilerinin ampirik analizleri, gelir eşitsizliğinin sağlık, eğitim, sosyal bütünleşme, kamu kurumlarına olan güven ve siyasal istikrar üzerinde yıkıcı etkilerini gözler önüne seriyor.
İŞ DÜNYASININ ROLÜ VE BEKLENTİLERİ: DÖNÜŞEN PARADİGMALAR
Gelir dağılımı bozulmasının etkileri karşısında iş dünyası yalnızca ekonomik edinimlerinin ötesinde çok katmanlı toplumsal sorumluluklar üstlenmek mecburiyetinde. Son on beş yılda CEO ile çalışan maaş uçurumu, ücret şeffaflığı talepleri, sürdürülebilirlik ve sosyal etki raporlarının yaygınlaşması iş dünyasında büyük bir zihinsel dönüşümü tetikledi. Büyük ölçekli çok uluslu şirketler, kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) projeleriyle yalnızca kadın ve genç istihdama değil, pozitif ayrımcılık, dijital eğitim, bölgesel kalkınma, mikrofinans ve sosyal inovasyon programlarında yeni standartlar geliştiriyor. Paydaş kapitalizmi yaklaşımı artık şirketlerin yalnızca hissedarlarını değil, çalışan, müşteri, tedarikçi ve geniş toplumu da kapsamına alan çoklu hesap verebilirlik ve etik yönetim biçimleriyle yaygınlaşıyor. İskandinavya’dan Hindistan’a, ABD’den Güney Amerika’ya dek şirketlerin sürdürülebilirlik skorları, tedarik zincirinde adil ücret uygulamaları ve liderlikte çeşitlilik kriterleri performansın giderek temel göstergeleri haline geldi. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Ekonomik Forumu gibi uluslararası kuruluşların normatif baskıları iş dünyasında kapsayıcı büyüme, veri şeffaflığı ve etik standardizasyona yönelik dönüşümü hızlandırdı.
KÜRESEL DİNAMİKLER VE EŞİTSİZLİĞİ DERİNLEŞTİREN YAPISAL DÖNÜŞÜMLER
Dijitalleşme ve Otomasyonun Etkileri:
Bilgi teknolojileri devrimi ve dijitalleşmenin yaygınlaşması yüksek beceri gerektiren sektörleri ve sermaye sahiplerini avantajlı konuma getirirken, düşük vasıflı iş gücü ve geleneksel sektörler ciddi gelir kaybı ve işsizlik riskiyle karşı karşıya kaldı. Platform ekonomileri, gig çalışması, uzaktan çalışma, yapay zeka ve algoritmalar iş modellerini dönüştürürken, gelir ve sosyal hakların güvenliğini zayıflattı (Autor, 2021; ILO, 2024).
Küresel Finansallaşma ve Sermaye Hareketleri:
Sermayenin sınır ötesi serbest dolaşımı, çok uluslu şirketlerin agresif vergi optimizasyonu uygulamaları, gelir ve kurumlar vergisindeki erozyon devletlerin sosyal politika kaynaklarını azaltarak kamu hizmetleri ve sosyal yardımların sürdürülebilirliğini tehlikeye attı. Fon hareketlerinin bozulması, ulusal vergi tabanını eritirken, gelir uçurumunun hem ulusal hem uluslararası boyutta derinleşmesine yol açtı (Saez & Zucman, 2020; OECD, 2024).
İklim ve Çevresel Kırılganlıklar:
İklim krizinin doğrudan etkilediği kuraklık, afet ve kaynak yetersizliği gibi sorunlar düşük gelirli toplumların dezavantajını artırıyor. Yeşil ekonomi yatırımlarının yüksek sermaye gereksinimi çevresel faydanın adaletsiz dağıtılmasına neden oluyor (UNDP, 2023; World Bank, 2024).
Çok Katmanlı Yapısal Faktörler:
Cinsiyet, yaş, etnik köken, eğitim ve bölgeler arası farklar gelir adaletsizliğini çok katmanlı hale getirir. Kadınlar, gençler ve azınlıklar, iş gücüne katılım, ücret farkı ve kariyer olanakları bakımından yapısal olarak daha kırılgan durumda (Goldin & Katz, 2008; UN Women, 2023).
Gelir dağılımı erozyonu, kısa vadede toplumsal huzursuzluğu ve sosyal dışlanmayı, orta ve uzun vadede ise ekonomik durgunluk, siyasal kutuplaşma ve demokratik istikrar kaybı gibi riskleri artırıyor. Akademik ampirik bulgular çerçevesinde gelir eşitsizliğinin arttığı toplumlardaki sağlık göstergeleri, eğitim fırsatları ve sosyal güven duygusu ciddi biçimde geriledi. Göç hareketlerinden suç oranlarına, popülist politikaların yükselişinden kamusal refahta azalmaya kadar geniş yelpazede etkiler ortaya çıktı. Pandemi ve çevre krizleriyle birlikte “dijital uçurum” olgusu yeni yoksulluk biçimlerini tetikledi.
Geleceğe dair ana eğilimler, uluslararası veri tabanlarının ve bilimsel modellemelerin sunduğu projeksiyonlara dayanıyor. Dijitalleşme ve otomasyonun, nitelikli istihdamı daha da kıymetli hale getireceği, sosyal güvenlik sistemlerinin güçlendirilmemesi halinde kırılgan grupların daha fazla dışlanacağı öngörülüyor. Aynı zamanda şirketlerin sosyal inovasyon kapasitesini büyütmesi, sürdürülebilir iş modelleri ve kapsayıcı liderlik uygulamaları geliştirmesi küresel refahın en kilit ön koşulu haline geliyor. Çok aktörlü iş birliği, şeffaflık, paydaş kapitalizmi ve adil vergi politikaları gelir dağılımındaki erozyonu sınırlandırmada temel belirleyiciler olarak öne çıkıyor.
POLİTİKA TASARIM ÖNERİLERİ
Gelir dağılımı erozyonuna karşı çözüm yalnızca klasik ekonomi politikalarının ötesinde iş dünyasının aktif etik liderliği, uluslararası kurumların standartlaştırıcı baskısı ve kamu-sivil toplum ortaklığıyla mümkün. En az 200 seçkin kaynağın tarandığı güncel bilimsel literatür ve veri analizine göre, sürdürülebilir toplumsal barış, ekonomik büyüme ve demokratik istikrar için üç temel eksen öne çıkıyor. İlki, artan oranlı vergi, şeffaf raporlama ve uluslararası vergi iş birliği. İkincisi, dijitalleşme ve otomasyonun bütün toplumsal kesimler için beceri ve fırsat eşitliğiyle yaygınlaştırılması. Üçüncüsü, kapsayıcı, çeşitlilik odaklı ve sosyal inovasyonu temel alan paydaş yönetimi kültürünün şirket bazında kurumsallaştırılması.
İş dünyası başta olmak üzere, tüm paydaşların kolektif etik sorumluluk ve veri temelli şeffaflıkla hareket etmesi yalnızca finansal başarı değil, küresel refah ve sürdürülebilirlik için zorunlu. Önümüzdeki yıllarda, gelir dağılımı erozyonunu kalıcı biçimde frenleyebilmek için bütüncül ve disiplinlerarası politika tasarım süreçleri, bilimsel kanıt temelli stratejiler ve çoklu sosyal aktör iş birlikleri hayati rol oynayacak. Küresel gelir dağılımı erozyonu, ekonomik göstergelerin ve klasik yönetim anlayışlarının ötesine geçen çok katmanlı bir risk faktörü olarak varlığını sürdürüyor. Hem bilimsel literatür hem uluslararası karşılaştırmalı raporlar gösteriyor ki demokratik istikrar ve toplumsal barışın sürdürülebilirliği, gelir eşitliğini önceleyen, veri temelli ve etik standartlarla yönetilen kapsayıcı politikalara bağlı. Başarıya giden yol, tüm paydaşları kapsayan, makroda vergi ve şeffaf raporlama iş birliği, mikroskopta ise fırsat eşitliği ve yenilikçi yönetim modelleriyle ortak refahı kalıcı biçimde tesis edecek bir yol haritası. İş dünyasının yalnızca finansal performansa odaklı yapısı, sürdürülebilir büyüme ve toplumsal meşruiyet için etik, inovatif ve kolektif sorumluluk kültürüyle tamamlanmak zorunda.
Araştırmalar ve uygulamalı politikalar gösteriyor ki uzun vadede gelir erozyonuyla mücadelede en güçlü araçlar arasında dijitalleşme yatırımı, pozitif ayrımcılık ve sürekli izlenebilirlik kriterleri geliyor. Geleceğin iş dünyası, performansını salt bilanço üzerinden değil, kapsadığı toplumsal etkiler ve paydaşlarının refahı üzerinden ölçmek zorunda kalacak. Önümüzdeki on yılda bilimsel kanıt temelli politikalar, kolektif liderlik ve entegre sosyal inovasyon stratejileriyle gelir dağılımında kalıcı iyileşmeye yönelik örnek modellerin yaygınlaşması bekleniyor. Kurumsal sosyal sorumluluk, dijital beceri gelişimi, sosyal etki yatırımcılığı ve şeffaf veri yönetimi yeni nesil şirketlerin temel başarı kıstası haline gelecek. Bu büyük dönüşümün odağında ise şirketlerin etik, veri temelli ve toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmesi hem küresel refaha hem de sürdürülebilir gelecek vizyonuna güçlü bir katkı olarak öne çıkıyor.
Değerli okuyucumuz,
Bu haberin detayını Business Türkiye dergisinde bulabilirsiniz.