Günde ortalama 8 saat çalıştığımızı düşünürsek, yetiş – kin hayatımızın 1/3’ü çalışarak geçiyor. Bu kadar zaman ve efor harcadığımız hayatımızın en önemli yapı taşlarından olan profesyonel yaşamımız, doğal olarak hayatımızın diğer alanlarını yani iş dışındaki ilişkilerimizi de etkiliyor. Bazen olumlu anlamda bazen de olumsuz anlamda… Hemen hemen bütün bir gündüzü kapsayan iş yaşamımızdaki tavırlarımız, alışkanlıklarımız, insanlarla iletişim kurma şeklimiz, insanlara nasıl hitap ettiğimiz ya da onları nasıl etkilediğimiz gibi konular, bazen hiç farkında olmadan iş dışındaki ilişkilerimize de yansıyor. Altında birçok kişinin çalıştığı bir yönetici, genellikle ev yaşamında da yöneten ve diğer aile bireylerinden hizmet bekleyen bir tavır içine girebiliyor. Aynı şekilde hizmet sektöründe çalışan biri de arkadaşlarının her işine koşan, yapılacak bir iş varsa hemen ucundan tutan, insanların ihtiyaçlarını derhal ve eksiksiz sağlamaktan mutluluk duyan biri olabiliyor. Şimdi diyeceksiniz ki: ”Bunda ne sakınca olabilir?” İnsanın profesyonel yaşamındaki tavrı, bütün hayatına yayılıyor olabilir. Yaptığımız işe bağlı olarak bazen bu tavırların hayatın diğer alanlarını da etkilemesi, işimize yarıyor ya da fayda sağlıyor olabilir. Ama hayatın bazı alanlarında tam aksi şekilde bize zarar da verebilir. Bir ilişki mentoru olarak bu olumsuzluklarla karşılaşıyorum. Örneğin, bir İK’cı (İnsan kaynakları işinde çalışan kişi) ile bir akşam yemeğinde sohbet ederken, kendini işe alım sürecinde hissettiğini söyleyen insanlarla karşılaşıyorum. Karşısındaki kişiyi tanımak isteyen İK’cı doğal olarak ve hiç farkında olmadan işinde kullandığı soru yöntemleri ve kalıplarını kullanarak sohbeti sürdürüyor. Bu durum bir süre sonra karşı tarafta bir sınavdan geçiyor ya da derin bir değerlendirmenin içinde tutuluyormuş hissi yaratabiliyor. Borsa işleriyle uğraşan bir kişi çok hızlı akan ve çok kaotik bir iş gününün sonunda benzer bir akşam yemeği ortamında yüksek perdeden ve çok hızlı konuşarak karşısındaki kişi üzerinde soru işareti bırakabiliyor. Aynı şekilde bir profesör, öğrencileri ile kurduğu ilişkide mesafeli ama bir o kadar da sevilen bir kişi olabiliyor. Ama o mesafeli kişilik aynı zamanda bir ebeveyn olabilir. Ebeveyn lerinden biri profosör olan çocuklar kendi evlerinde, sürekli “Hoca bize kızacak!” endişesiyle yaşamak istemeyeceklerdir. Profesyonel yaşamımızda, özellikle de başarılıysak doğru tavrın ya da doğru ilişki kurma şeklinin aynen iş yaşamındaki gibi olması gerektiği yanılgısına düşebiliyoruz. Eşinizle, sevgilinizle, ebeveynlerinizle, çocuklarınızla, arkadaşlarınızla ya da iş or tamında tanıdığınız insanlarla kurduğunuz kontağın aynısını kurmaya çalışmak, bazen bizi olduğumuz kişiden farklı gösterebilir. İş yaşamının sertliği nedeniyle içimizdeki hassas, duygu dolu, kırılgan, anlayışlı tarafımızı karşı tarafa aktaramama ihtimalimiz çok yüksek. Biz, bu iletişim şeklinden iş hayatında fayda sağladıkça herkes üzerinde faydalı olduğunu düşünerek ya da bilinçaltımız böyle davranmaya yönelttiği için bu ayrımı kaçırıyor olabiliriz. Düşünsenize, yeni tanımaya başladığınız bir partner adayınız var. Çalıştığı şirkette yönetici pozisyonunda ve her gün 300 kişiyi yönetmesi gerekiyor. Şık bir mekânda oturmuşsunuz; yemek yiyip, sohbet edip, birbirinizi tanımaya çalışacaksınız. Ama bu partner adayı size hep emir kipiyle konuşuyormuş, sanki biraz tepeden bakıyormuş, her şeyin doğrusunu bilen ya da son sözü söyleyen biri gibi görünüyor olabilir. Belki o kişi hiç öyle değil ama mesai saati bitmesine rağmen, işteki kimliğini sürdürüyor farkında olmadan. Üstelik böyle algılandığının da hiç farkında değil.

Değerli okuyucumuz,

Bu haberin detayını Business Türkiye dergisinde bulabilirsiniz.